Kerahat vakti hangi namazlar kılınmaz? Ofis masasından seccadeye uzanan bir düşünce
İstanbul’da yaşıyorum. Sabah alarmı genelde ikinci ertelemede kapatıyorum, metrobüste ayakta geçen yarım saatten sonra ofise varıyorum. Gün Excel tabloları, mailler ve “bir toplantı daha” cümleleriyle akıyor. Akşam eve geldiğimde ise bambaşka bir ritme geçiyorum. Bilgisayarımı açıp blog yazıyorum, bazen de gün içinde kaçırdığım bir namazı düşünüyorum. İşte tam bu noktada içimde o tanıdık soru beliriyor: Kerahat vakti hangi namazlar kılınmaz?
Bu soru, kitaplarda yazan kuru bir bilgi gibi durmuyor benim için. Daha çok, günün akışıyla, yorgunlukla, niyetle ve bazen de “şimdi kılsam olur mu?” tereddüdüyle iç içe.
Kerahat vakti ne demek, gerçekten neden önemli?
Kerahat vakti denildiğinde kulağa biraz sert bir kelime geliyor. Sanki “yasak bölge” gibi. Aslında anlamı, namaz kılmanın uygun görülmediği zaman dilimleri. Güneşin doğuşu, tam tepe noktası ve batışı… Yani günün üç kritik anı.
Sabah ofise yetişme telaşında evden çıkarken güneş yeni doğuyorsa, ya da akşam eve döndüğümde güneş ufukta kayboluyorsa, bu vakitlerin farkına daha çok varıyorum. Eskiden pek düşünmezdim. “Namaz namazdır” deyip geçerdim. Sonra biraz okumaya, biraz da kendi hayatımı gözlemlemeye başladım.
Kerahat vakti hangi namazlar kılınmaz?
Asıl mesele burada başlıyor. Kerahat vakti hangi namazlar kılınmaz sorusunun cevabı, sanıldığı kadar karmaşık değil ama detaylı.
1. Nafile namazlar
Kerahat vakitlerinde nafile namaz kılınmaz. Yani farz ya da vacip olmayan, “sevap olsun” diye kılınan namazlar bu zamanlarda uygun görülmez. Mesela öğle arasında ofiste boş bir odada iki rekat nafile kılmayı düşünüyorsam ve güneş tam tepedeyse, durup bir kez daha düşünmem gerekiyor.
İçimden bazen şu geçiyor: “İyi bir niyetle kılıyorum, neden olmasın?” Ama işte dini gelenekte niyet kadar zaman da önemli.
2. Şükür ve tövbe gibi özel nafileler
Gün içinde güzel bir haber aldığımda ya da içimden bir tövbe namazı kılmak geldiğinde saatime bakıyorum artık. Eğer kerahat vaktiyse, o hissi biraz ertelemeyi öğreniyorum. Bu bana sabrı öğretti diyebilirim. Her güzel şeyin bir zamanı var.
3. Kaza namazları konusu
Burada işler biraz daha hassas. Kerahat vakti hangi namazlar kılınmaz denince herkes kaza namazlarını soruyor. Genel kabul, kaza namazlarının kerahat vakitlerinde kılınmaması yönünde. Ancak bazı görüşlerde, sadece güneşin doğuşu ve batışı gibi daha dar vakitler özellikle vurgulanıyor.
Ben kendi hayatımda şunu yapıyorum: Kaza namazı kılacaksam, vakit konusunda daha rahat zamanları seçiyorum. Zaten aceleye getirilmiş bir ibadet, ruhumu da aceleye sokuyor.
4. Cenaze namazı ve secde-i tilavet
Cenaze namazı biraz istisna. Eğer beklenmesi mümkün değilse, kerahat vakti de olsa kılınabiliyor. Hayatın gerçekliği burada devreye giriyor. Ölüm, saatlere bakmıyor. Secde-i tilavet ise genelde kerahat vaktine bırakılmıyor.
Geçmişte bu vakitler neden önemliydi?
Eskiden saat yoktu. İnsanlar güneşe bakarak zamanı anlıyordu. Güneşin doğuşu ve batışı, birçok inançta kutsal anlar olarak görülüyordu. İslam’da ise bu anlarda namaz kılınmaması, başka inançlardaki ritüellerle karışmamak için önemliydi.
Bunu düşündüğümde, bugünün İstanbul’unda bile bu hassasiyetin bir anlamı olduğunu hissediyorum. Her şeyin birbirine karıştığı bir dünyada, sınırların olması insana yön veriyor.
Bugün şehir hayatında kerahat vaktiyle yaşamak
Ofisteyken ezanı duyamıyorum. Saatime bakıyorum, telefonuma bakıyorum. Bazen “şimdi kılsam mı, biraz beklesem mi?” diye kendi kendime konuşuyorum. Kerahat vakti kavramı, bana zamanla daha bilinçli olmayı öğretti.
Namazı bir “yapılacaklar listesi” maddesi gibi görmekten uzaklaştırdı beni. Zamanını kollamak, beklemek, hatta bazen ertelemek… Bunların hepsi ibadetin bir parçası gibi geliyor artık.
Gelecekte bu bilinç nasıl değişir?
Belki ileride uygulamalar daha da gelişecek, kerahat vakitlerini saniyesi saniyesine hatırlatacak. Ama asıl mesele teknoloji değil. Mesele, insanın kendi iç ritmini yakalaması.
Kerahat vakti hangi namazlar kılınmaz sorusu, bana sadece bir fıkıh bilgisi vermedi. Günün akışında durup düşünmeyi, acele etmemeyi, her anı doldurmaya çalışmamayı öğretti.
Belki de modern hayatın tam ortasında, bu küçük duraklar sayesinde nefes alıyoruz. En azından ben öyle hissediyorum.